Yazmış Mirzə Şəfi Vazeh:
Ağlımla qəlbimin özgə yolu var,
Hər biri bir yolda puç edər məni.
Birisi sevdadan uzaqlaşdırar,
O biri sevdaya tuş edər məni...
Kalpsiz diyorlar bana, umursamaz diyorlar bana. Fakat ben kendi facialarım yetmezmiş gibi bir de içimde dünyanın dertlerini de sırtlanan bir insanım bu yaşımda ve yıllardır. Mesela akşam dersten geliyorum. Hava karanlık ve şarkı eşliğinde adımlıyorum. Sokakta kimseler yok ve tek ses bile yok ama ben bir sürü şey görüyor ve bir sürü şey duyuyorum. Herhangi bir kapıya bakınca o kapının ardındaki evden çığlıkları duyuyorum mesela. O çığlıkların susması için yardım gelsin diye yalvaran çocuğu görüyorum. Ve o yardım gelmez, bir gün o sesler sussa bile o çocuğun kafasındaki o sesler susmamaya başlar. Ya da bir eve dönmekten korkan bir küçüğün endişeli adımlarını görebiliyorum. Evet, bunlar yokken görüyor duyuyorum ben bunları. Acaba delirdim mi? Ya da mesela bir insan kesiyorum gözüme, ona bakıp neler yaşadığını, neler yaşaya bileceklerini düşünmeye başlıyorum. Ne acılar çekmiştir acaba diye bir ses fısıldıyor bana... Böyle işte. Normal değilim. Ya da normal büyütülmedim...
19 Nisan.
Boşverin, fazlasıyla boşverildik zaten.
Hayat garip işte. Bir kaç yıl önceye kadar annemin kendini sevmemesini hiç anlamazdım. Hatta anneme de söylerdim. "Kendini sev, nasıl kendine nefret edebilir ki bir insan...?" derdim. Ve şimdi anlıyorum. Evet, bir insan kendine nefret edebilirmiş. Evet, kendime nefret ediyorum...
Hani bazen bir şarkı açarsın ve gerisini hatırlamazsın ya. İşte öyle...
Çok kişi dedi bana "Sen çok sert bakıyorsun, bakışların ürkütüyor insanı". Evet, farkındayım, kahretsin. İnsan hiç benzemek istemediğine benzermiş. Bir de şöyle bir söz okumuştum gerçek olan: "Kendi başının çaresine bakmış kızın gözleri yumuşak ve kibar bakamaz."
Ama sevdiğim insanlara nasıl baktığımı da bir ben bilirim, bir de onlar...
Tutamayacaksanız söz vermeyin. Çünkü söz verdiğiniz kişi, tutulmayan her sözle biraz daha yıkılır, mahvolur...