güneş doğuyor, seninle izlerken bunu güzel sıfatlarla betimleyebilirim ama şu an sadece güneş doğuyor.
birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık, hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık~
nasıl yani şimdi eski antakya Cumhuriyet'in 100. yılına özel ışıklandırılamayacak mı, arsuzun denize çıkan her sokağında Mustafa Kemal'i göremeyecek miyiz?
sadece büyük bir lider, geleceği küçük kalplere emanet eder
gec kalırsam dersten de kalacağım için omzumda bazuka içinde t cetvel diğer omzumda içinde gönyeler ve rapidolar olan çantam yürüyerek 15dk süren yolu 6dk da geldim ve hoca yoklama alıp çıkacağını söyledi sinirden ağlayabilirim
hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin? hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar? bakışlarında beni dinlendiren bir şey var; kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bazen bir yerden düşüyormuşum gibi hissediyorum. O anlar beni o kadar etkiliyor ki uykumdan bile bir yerden düşüyormuş gibi birden uyanıyorum. Ama yine de kısa bir süre sonra normale dönüyorum hem de gerçekten kısa bir süre sonra, bunu nasıl başardığıma gelecek olursak düşmemek için sırtımı bir yerlere yaslıyorum daha doğrusu bir şeylere. Mesela bir şarkıya, bir anıya, bir söze, bir şiire, bir kitaba… ama ne olursa olsun sırtımı yaslayacak bir yer illâki buluyorum. Bu günlerde de sırtımı Beethoven’ın şu cümlesine yaslıyorum; “Konuşmanın hiçbir şeye değmediğini hissettiğim anlar oluyor.”
her zaman, gözlerim yaşarırken bile iyi olduğumu söyleyeceğim ve kimsenin anlayışı için yalvarmayacağım.
"Ağlamak zorunda olduğunu hissediyorsun ama ağlayamıyorsun çünkü üzgün değilsin sadece hiçbir şey hissetmiyorsun."